Şehr-i İzmir Yürümeleri -I
Hangi kökler kavrar, hangi dallar bezer buradaki taş yığınını?
T.S. Eliot
‘Yıllardır İzmir’de yaşamakta olup Kale’yi görmeyenler için ne çok fısıldanacak kelimeler vardır’ diyerek, Pagos eteklerinde kurulan İzmir'in dünü ve bugünü için en önemli odak noktalarından biri olan Kadifekale’de buluştuk. İzmir panoramasına baktık önce, bir yeşil aradık, yıpratılsa da bir Kültürpark bulduk kentin ortasında. Bir çay içtik önce, ‘Kadifeden bir kale, Kadifeden bir deniz, Şehir desen ayağına serilir, Güzeller güzeli gel çık hele, İzmir’e bildim bileli, Kadifekale’den girilir’ diyen şairi andık.
Kent nerede başlar nerede biter, kent oluşumunun başladığı Kadifekale’den başlayarak, Kemeraltı’nın sadece taş binalardan, kilise veya camilerden, meydan veya kalelerden oluşmadığını gördük. Kale'nin eteklerinde hem geleneksel dokunun, hem de yıpranmış ve yıkılmış yapıların kah yanından, kah arasından geçerek yine yılların ardından bizimle buluşan Kireçlikaya mevkiinde doğal bir çukurda körfeze bakan tiyatronun ortaya çıkan kısmıyla heyecanlandık, umutlandık. Sanki o ortaya çıkan taşlar tarihin derinliklerinden gelen bize fısıldıyordu ‘seni bekliyordum, uzun geceler, uzun günler boyunca, neşeli baharlar, yorgun sonbaharlar, kavruk kışlar boyunca, uzun çok uzun yıllar boyunca’…
Yüzyıllar ötesinden bugüne gelen o izlerden sonra bölgenin -belki de İzmir’in- en eski Türk mahallesi, geçmişi 15. Yy.’a dayanan Pazaryeri Mahallesi’ne doğru yürüdük, kale duvarlarının izleri, manzarası, bir çok özelliği ile hem İzmir’in içinde, bir o kadar da dışında olan bölgede; sit, heyelan, yenileme alanı vb. bir çok kısıtla kısmen insansızlaşan, kısmen de yeni gelenleri konuk eden alanda şairin dediği gibi biz de o İzmir’i sevdik, “darala darala sokaklar, küçük küçük evler, yaşama sevinçle çıkar denize inen yokuşlar”dan inerek geldik Hatuniye Meydanı’na, Dönertaş Sebili’ne, çevirdik taşı döner mi diye ve bir dolaştık Osmanzade Yokuşu ve 934 Sokak çevresinde…
19 yy. başlarında Asar-ı Atika Müzesi olarak hizmet vermiş, depo olmuş, bugün ise bir çok etkinliğe ev sahipliği yapan -İzmir Kilisesi'nin ilk piskoposu olarak da kabul edilen Aziz Vukolos'un adını taşıyan- Aya Vukla Kilisesi’nde bir dinlendik, gelirken ön cephesini kısmen demir parmaklık arasından gördüğümüz Bıçakçı Han’ı dönerken yolumuzun üzerinde bir de arka sokak cephesinden seyrettik, derken Basmane Karakolu, Sadıkbey Oteli diyerek geldik ve
Bir hayattır kahve, Yaşanmış kırk yıl hatırlanan
Sadece telvesi değildir, Kahveden arta kalan
Biraz Umut, Biraz Hayal
...diyerek, kahvelerimizi yudumladık, Emniyet Oteli - Cihan Palas’ın anılardaki yerini hayal ederek… Ve yolculuğumuzu, bir sonraki seferde Agora’dan başlatmak üzere, bir dönemin yaşam biçimini yansıtan ve bölgede çok sayıda bulunan kortejolardan biri olan, bugün de otel olarak hizmet veren Akhisar Oteli’nde noktaladık.
Bu farklı yürüyüş tecrübesinden edindiğimiz, etkin olan mekânsal, kültürel, siyasal koşullar içinde, şehrin birikiminin insanlığın birikimi olduğu, aslında.
Agora’da buluşmak üzere…
Yazı: Nehir Yüksel
Fotoğraflar: Arzu F. Güngör